Why is everything? // Her şey niçin var?
Kendimizi bu dünyada var olmuş / var edilmiş bulduk. / Emeğimiz, alın terimiz ve irademizle dünyaya gelmedik. / Edilgen bir şekilde buradayız.
Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki: Biz neyiz? Kimiz? Niçin buradayız? Hangi güç veya güçler sebebiyle, kâinat adlı makro/büyük bir sonsuz sistemin ve atom adlı mikro/küçük bir sonsuz sistemin arasında ve sonsuz kere sonsuz büyük /soyut/ zihin evrenimizle baş başa; yeryüzü/dünya adlı bir yerde, farklı kültür, coğrafya ve iklim şartlarında var olduk?
Biyolojik ve sosyal prensiplerle; yakınlık ölçüsü ile aile, soy, kabile, millet, kültür, dil ve geleneklerle vasıflandırılıyoruz. Bizi, ortak dünya bütünlüğüne göre parça / grup diyebileceğimiz bu sosyal, kültürel, siyasal ve etnik ayrımlara kim götürdü? Farklı olmak; tanışmak, gelişmek ve sevmek içindir, ya biz, niçin savaşıyoruz?
İnsan; beşer, canlı, düşünen bir varlık… Kendimizi, ailemizi, inanç ve gelenekleri; vatan, millet, devlet vb. değerleri; dil, ırk, soy gibi tasnifleri, neye göre düşünmeli ve anlamalıyız? Varlıkta, dünya içinde, insanlık için bilgi / gerçek nasıl elde edilir?
Akılla, doğal algı ve duygularla, mantıkla, fikir yürüterek, neyiz, kimiz, niçin buradayız, ne yapmalıyız… Düşünmeliyiz. İnsana herhangi bir vasıf veya mensubiyet tercihi dayatarak var oluşu kim, hangi kurumlar, hangi teoriler, hangi inançlar, niçin ve nasıl anlatıyor? Ne yapmak gerektiğini, kim ve hangi güçler öğretiyor? Bilim, felsefe, sanat, din, yaşam şekli, niçin birbiriyle çelişiyor, birbiriyle savaşıyor?
Ne yapıyor, ne düşünüyor, ne söylüyorsak; bütün meselelere, farklı açılarla birlikte, bu noktadan da bakmalı... Öğrenirken, düşünürken, bilgiye ulaşıp yeni bilgiler üretirken, dikkatli davranmalı… Kendimizle olan tutarlı mesafemizi korumalı…
•
Bazı kurallarımız olmalı, değil mi? Ciddi ve önemli prensipler… Akılcı, eleştirel, analitik, özgür ve evrensel düşünceler… İhtiyaçlar, arzular, tutkular bizi nasıl yönlendiriyor? Kimler nasıl gruplanmış, gruplar ya devlet olmuş veya devlet içlerinde büyük güç kazanmış… Yapay kurallar belirliyorlar.
Kimler samimi, dürüst, güvenilir, erdemli… Kimler akılcı veya duygusal, bağımsız, evrensel… Bizim düşünmemizi ve buna göre fikir üretmemizi; kendimizce özgür tercihler yapmamızı kimler önlüyor? Niçin bazı insanlar, gruplar, kurumlar, tıpkı bizim gibi kendilerini ve varlığı tam olarak anlayamamışken bizleri idare etmeye, yönlendirmeye çalışıyor? Onların amacı kendi gerçeklerini öğrenmek değil de bizi, kendi subjektif kabullerine göre din, devlet, vatan, hakikat, hatta özgürlük, bilim, cumhuriyet ve benzeri değerlerle yönlendirmek mi? Niçin böyle yapıyorlar? Varsa eğer, hem kendi haklarını hem de bizim haklarımızı, görev ya da özgür tercihlerimizi, yok sayıp bize bir şeyler yaptırmaya mı çalışıyorlar?
Tarih buna şahit. Bazı bilim adamları Allah’a inanmıyor. Bazı dindarlar da bilimsel gerçeklere sırt çeviriyor. Kimi felsefeyi küçümsüyor, kimisi de sanatı oyun veya sadece eğlence sanıyor.
•
Hayat armağandır; bütün insanlar, kardeştir. Ve dünya, çok unsurlu… Hayat, ölmeden önce; tutarlı tercihleri, çoğaltabilme işi… Bunu anlatabilmek… Anlatmak sanatının, sihirli anahtarı: O değilden bir mecaz… Bir mesel, bir mimesis… Anlatılsa da insan, “savaş bitmez”, “dünya böyle gelmiş, böyle gider” türünden cevaplar veriyor. Niçin? Bu ümitsizlik, iman olmuş…
Anlam veremiyoruz, olan biten hâllere… Israrla öğretilmiş, belki ezberletilmiş, hattâ benimsetilmiş; tercih basamağına, ulaşmamış da olsa ma’nâya inancımız… Kabul ettirilmiş.
Çok iyi çalışırsam, gayretle sabredersem, gereğini yaparsam… Bu şartlara bağlanmış bir damla ümit olmasa… Tekmil aynı tavada; birlikte yandığımız, şu sevdalık olmasa… “Yarın güzel olacak”, diyemese gönüller… Olan biten hâllerin, sebepsiz etkileri… Anlamsızlık bir yana; “felâket” diye dönüp duran dünya yaşanmaz olur. Bu yüzden olsa gerek, sebebi bilmesek de, bir anlam arıyoruz. Öncelik kendimizde, sonra sevdiklerimiz… Ve çılgın arzularda; dönüp duran dünyada...
Sebepleri anlatsak: Ya gerçek değil onlar; ya kabul edilemez. Bir dert ki bu “var olmak” ya da anlatamamak… Bir girizgâh, bir mecaz… İmdada yetişecek, birkaç benzetme ile…
Mecaz, sembol ve temsil… Gösterge ve işaret… İmge, simge, bir mesel… Geçici tercihlerin fânilik atmosferi… Ne anlatsak bir mesel, hattâ masal… Dünya fânidir; bir mecaz gibi yani… Bu bir gerçeklik değil… Yaşamak bir rüyadır. Bir menkıbe… Mitoloji ve destan… Hayat armağanının gerçek anlamını ve gerçek sebebini… Kim bilir? Gönül ile hissetmek; akıl ile anlamak; kelimeyle anlatmak; evet, kim bilir, belki mümkün olur.
•
Günlük hayatın içinde anlam, nesnel algıyla başlayan bir oluşumdur. İhtiyaca yöneliktir. İhtiyaç karşılanmaya başlayınca, tercihler ortaya çıkar. Tercih arttıkça; refah, güç kuvvet, sevgi, mutluluk artar.
İhtiyacın karşılanması, yeni ihtiyaç zeminleri oluşturur. Refah ve tercih arttıkça, ihtiyaç listesi artar. Bir yerde dengeye kavuşmak, özel bir eğitim ve algı olmazsa, zordur.
İnsanın çevre ve eşyayı algılaması; diğer insanlarla birlikteyken yeni anlam birleşimlerine sebep olur. Tercihler, insanlarla dengeli ve güvenli bir paylaşım kurulursa, ihtiyaçların karşılanması normal çizgisinde yürür.
İnsanın benliği, süper egosu; iyi bir eğitim içinde çatışmaları dengede tutmak yolunda gelişirse mizaç, kişilik ve kimliğe dönüşebilir. Zorlu hayat şartları, çeşitli sosyal ve siyasî sebepler, erdem ve ahlâk eğitimi alamamış, alsa da özümseyememiş insanlarda, çatışma dengesini bozar. Bu insan, hem kendisi ile hem de çevre, eşya ve diğer insanlarla tutarlı bir iletişim içinde olamazsa; bambaşka algılarla, iyi ve kötü olduğu hissedilemeyen anlam evrenlerine yönelir. Hayat, şikâyet olur, yük hâline gelir.
Var oluştan başlayarak, somut ve soyut uyarıcılardaki algı problemi, normal yoldan ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlarda çok sık görülür. Varlığın bize bakan gerçeği, doğum ve ölüm başta olmak üzere hayatın içindeki çatışmalar, kendi seyrinde denge arayamadan, ihtiyaçlarını karşılayamamış insanlarda farklı dışa vurumlar hâlinde ortaya çıkar.
Anlam oluşumunun, binlerce sebeple birlikte, algıyla başladığı tartışmasız kabul edilir. Normal seyrinde bir algılama yoksa algıların şahsa indirgenişinde ve dışavurumunda problem varsa, bunun çözümü, bilim/sanat/felsefe/din ve ilâhiyat kaynaklı bilgilerle aranır.
Ülkemizde ve dünyada ortaya çıkan ve insandan kaynaklanan büyük kargaşa ve çatışmalar, algının anlama çevrilmesindeki yanlışlardan beslenir.
Davranışlar, insanın ve toplumun özellikleri, varlığın ve doğanın nesnelliği, başta aile olmak üzere kurumların işlevleri gibi birçok konu sınırı belirleyerek büyük çatışma ve problemlere sebep olan bu anlama bozukluğu araştırılır, incelenir. Sokrat, Platon, Aristo, İbn-i Arabî, Farabî, İmam Gazali ve daha nice üstat… Sınıflar, gruplar, kategori ve konular belirler. Onlar, anlam konusunu incelerken dile ve kelimeye çok dikkat etmişler. Son iki asırda felsefe, neredeyse dil ve kelime kaynaklı fikir üretimlerine kilitlenmiş… Dil ve kelime incelemesi de ontolojik anlama bağlanmış. Ontolojik anlam, “niçin var?” sorusunun cevabıdır.
•
Ne, nasıl, ne zaman… Ön plânda, nesnel boyutu ağır basan soruları düşünmek, içerdiği zorlukla birlikte, nispeten kolaydır. Zor olan, insanı, binlerce yıl uğraştıran; dünya görüşü, inanç, teori, ideoloji, din, bilim, sanat, felsefe, tasavvuf konularını sadece meşgul eden değil, var eden niçin sorusu…
Meselenin mahiyeti nedir? Kelime-anlam-mecaz araştırmaları; deney, gözlem ve incelemeler, yorumlar, öneriler, ilkeler gözden geçirilir, çalışılır. Anlam, amaç, değer, anlamdeğer düşünülür de düşünülür. Bu iş ne kadar sürer, bilinmez. Plan yapılır, geçici anlam haritaları ve krokiler... Fonksiyon maddesinde ise en çok şu sorular sorulur: Anlam, kelime, mecaz… Ne işe yarar? İşlevi nedir? Soru bitmez: İşlevi bulunca ne olacak? İşlevi niçin araştırıyoruz? “Niçin”, cevaplanamaz. Sosyal hayatta bilgiç/bilgin/bilge gibi bilmek renginde görülürseniz, böyle yorumlanırsanız; niçini cevaplamakla değil ama akla yatkın, belli bir mantık prensibi kurma görevi ile yargılanırsınız.
Kelime, bir metafor mudur? Anlam, amaç değer mi? Anlam, araç değer haline nasıl gelir? Ulaşılacak amaç olarak kabul edilen anlam, araç olur mu? Bir objenin/uyarıcının anlamı, onun işlevinde mi mâhiyetinde mi? İşlev veya mâhiyet değişse, anlam değişir mi? Arka arkaya anlamlı gelen uyarıcıların sırası bozulursa anlamı değişir mi? Periyodik olarak anlam geliyor. Eş zamanlı. Zaman sırası bozuluyor. Anlam bozulur mu? Anlam uyarıcıda, olguda, objede mi? Benim onu algılama biçimimde mi? Yanlış algılarsam anlam değişir mi?
Sorulara cevap arayacağız. Hep birlikte…
Bilmediğimiz o kadar çok şey var ki: Biz neyiz? Kimiz? Niçin buradayız? Hangi güç veya güçler sebebiyle, kâinat adlı makro/büyük bir sonsuz sistemin ve atom adlı mikro/küçük bir sonsuz sistemin arasında ve sonsuz kere sonsuz büyük /soyut/ zihin evrenimizle baş başa; yeryüzü/dünya adlı bir yerde, farklı kültür, coğrafya ve iklim şartlarında var olduk?
Biyolojik ve sosyal prensiplerle; yakınlık ölçüsü ile aile, soy, kabile, millet, kültür, dil ve geleneklerle vasıflandırılıyoruz. Bizi, ortak dünya bütünlüğüne göre parça / grup diyebileceğimiz bu sosyal, kültürel, siyasal ve etnik ayrımlara kim götürdü? Farklı olmak; tanışmak, gelişmek ve sevmek içindir, ya biz, niçin savaşıyoruz?
İnsan; beşer, canlı, düşünen bir varlık… Kendimizi, ailemizi, inanç ve gelenekleri; vatan, millet, devlet vb. değerleri; dil, ırk, soy gibi tasnifleri, neye göre düşünmeli ve anlamalıyız? Varlıkta, dünya içinde, insanlık için bilgi / gerçek nasıl elde edilir?
Akılla, doğal algı ve duygularla, mantıkla, fikir yürüterek, neyiz, kimiz, niçin buradayız, ne yapmalıyız… Düşünmeliyiz. İnsana herhangi bir vasıf veya mensubiyet tercihi dayatarak var oluşu kim, hangi kurumlar, hangi teoriler, hangi inançlar, niçin ve nasıl anlatıyor? Ne yapmak gerektiğini, kim ve hangi güçler öğretiyor? Bilim, felsefe, sanat, din, yaşam şekli, niçin birbiriyle çelişiyor, birbiriyle savaşıyor?
Ne yapıyor, ne düşünüyor, ne söylüyorsak; bütün meselelere, farklı açılarla birlikte, bu noktadan da bakmalı... Öğrenirken, düşünürken, bilgiye ulaşıp yeni bilgiler üretirken, dikkatli davranmalı… Kendimizle olan tutarlı mesafemizi korumalı…
•
Bazı kurallarımız olmalı, değil mi? Ciddi ve önemli prensipler… Akılcı, eleştirel, analitik, özgür ve evrensel düşünceler… İhtiyaçlar, arzular, tutkular bizi nasıl yönlendiriyor? Kimler nasıl gruplanmış, gruplar ya devlet olmuş veya devlet içlerinde büyük güç kazanmış… Yapay kurallar belirliyorlar.
Kimler samimi, dürüst, güvenilir, erdemli… Kimler akılcı veya duygusal, bağımsız, evrensel… Bizim düşünmemizi ve buna göre fikir üretmemizi; kendimizce özgür tercihler yapmamızı kimler önlüyor? Niçin bazı insanlar, gruplar, kurumlar, tıpkı bizim gibi kendilerini ve varlığı tam olarak anlayamamışken bizleri idare etmeye, yönlendirmeye çalışıyor? Onların amacı kendi gerçeklerini öğrenmek değil de bizi, kendi subjektif kabullerine göre din, devlet, vatan, hakikat, hatta özgürlük, bilim, cumhuriyet ve benzeri değerlerle yönlendirmek mi? Niçin böyle yapıyorlar? Varsa eğer, hem kendi haklarını hem de bizim haklarımızı, görev ya da özgür tercihlerimizi, yok sayıp bize bir şeyler yaptırmaya mı çalışıyorlar?
Tarih buna şahit. Bazı bilim adamları Allah’a inanmıyor. Bazı dindarlar da bilimsel gerçeklere sırt çeviriyor. Kimi felsefeyi küçümsüyor, kimisi de sanatı oyun veya sadece eğlence sanıyor.
•
Hayat armağandır; bütün insanlar, kardeştir. Ve dünya, çok unsurlu… Hayat, ölmeden önce; tutarlı tercihleri, çoğaltabilme işi… Bunu anlatabilmek… Anlatmak sanatının, sihirli anahtarı: O değilden bir mecaz… Bir mesel, bir mimesis… Anlatılsa da insan, “savaş bitmez”, “dünya böyle gelmiş, böyle gider” türünden cevaplar veriyor. Niçin? Bu ümitsizlik, iman olmuş…
Anlam veremiyoruz, olan biten hâllere… Israrla öğretilmiş, belki ezberletilmiş, hattâ benimsetilmiş; tercih basamağına, ulaşmamış da olsa ma’nâya inancımız… Kabul ettirilmiş.
Çok iyi çalışırsam, gayretle sabredersem, gereğini yaparsam… Bu şartlara bağlanmış bir damla ümit olmasa… Tekmil aynı tavada; birlikte yandığımız, şu sevdalık olmasa… “Yarın güzel olacak”, diyemese gönüller… Olan biten hâllerin, sebepsiz etkileri… Anlamsızlık bir yana; “felâket” diye dönüp duran dünya yaşanmaz olur. Bu yüzden olsa gerek, sebebi bilmesek de, bir anlam arıyoruz. Öncelik kendimizde, sonra sevdiklerimiz… Ve çılgın arzularda; dönüp duran dünyada...
Sebepleri anlatsak: Ya gerçek değil onlar; ya kabul edilemez. Bir dert ki bu “var olmak” ya da anlatamamak… Bir girizgâh, bir mecaz… İmdada yetişecek, birkaç benzetme ile…
Mecaz, sembol ve temsil… Gösterge ve işaret… İmge, simge, bir mesel… Geçici tercihlerin fânilik atmosferi… Ne anlatsak bir mesel, hattâ masal… Dünya fânidir; bir mecaz gibi yani… Bu bir gerçeklik değil… Yaşamak bir rüyadır. Bir menkıbe… Mitoloji ve destan… Hayat armağanının gerçek anlamını ve gerçek sebebini… Kim bilir? Gönül ile hissetmek; akıl ile anlamak; kelimeyle anlatmak; evet, kim bilir, belki mümkün olur.
•
Günlük hayatın içinde anlam, nesnel algıyla başlayan bir oluşumdur. İhtiyaca yöneliktir. İhtiyaç karşılanmaya başlayınca, tercihler ortaya çıkar. Tercih arttıkça; refah, güç kuvvet, sevgi, mutluluk artar.
İhtiyacın karşılanması, yeni ihtiyaç zeminleri oluşturur. Refah ve tercih arttıkça, ihtiyaç listesi artar. Bir yerde dengeye kavuşmak, özel bir eğitim ve algı olmazsa, zordur.
İnsanın çevre ve eşyayı algılaması; diğer insanlarla birlikteyken yeni anlam birleşimlerine sebep olur. Tercihler, insanlarla dengeli ve güvenli bir paylaşım kurulursa, ihtiyaçların karşılanması normal çizgisinde yürür.
İnsanın benliği, süper egosu; iyi bir eğitim içinde çatışmaları dengede tutmak yolunda gelişirse mizaç, kişilik ve kimliğe dönüşebilir. Zorlu hayat şartları, çeşitli sosyal ve siyasî sebepler, erdem ve ahlâk eğitimi alamamış, alsa da özümseyememiş insanlarda, çatışma dengesini bozar. Bu insan, hem kendisi ile hem de çevre, eşya ve diğer insanlarla tutarlı bir iletişim içinde olamazsa; bambaşka algılarla, iyi ve kötü olduğu hissedilemeyen anlam evrenlerine yönelir. Hayat, şikâyet olur, yük hâline gelir.
Var oluştan başlayarak, somut ve soyut uyarıcılardaki algı problemi, normal yoldan ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlarda çok sık görülür. Varlığın bize bakan gerçeği, doğum ve ölüm başta olmak üzere hayatın içindeki çatışmalar, kendi seyrinde denge arayamadan, ihtiyaçlarını karşılayamamış insanlarda farklı dışa vurumlar hâlinde ortaya çıkar.
Anlam oluşumunun, binlerce sebeple birlikte, algıyla başladığı tartışmasız kabul edilir. Normal seyrinde bir algılama yoksa algıların şahsa indirgenişinde ve dışavurumunda problem varsa, bunun çözümü, bilim/sanat/felsefe/din ve ilâhiyat kaynaklı bilgilerle aranır.
Ülkemizde ve dünyada ortaya çıkan ve insandan kaynaklanan büyük kargaşa ve çatışmalar, algının anlama çevrilmesindeki yanlışlardan beslenir.
Davranışlar, insanın ve toplumun özellikleri, varlığın ve doğanın nesnelliği, başta aile olmak üzere kurumların işlevleri gibi birçok konu sınırı belirleyerek büyük çatışma ve problemlere sebep olan bu anlama bozukluğu araştırılır, incelenir. Sokrat, Platon, Aristo, İbn-i Arabî, Farabî, İmam Gazali ve daha nice üstat… Sınıflar, gruplar, kategori ve konular belirler. Onlar, anlam konusunu incelerken dile ve kelimeye çok dikkat etmişler. Son iki asırda felsefe, neredeyse dil ve kelime kaynaklı fikir üretimlerine kilitlenmiş… Dil ve kelime incelemesi de ontolojik anlama bağlanmış. Ontolojik anlam, “niçin var?” sorusunun cevabıdır.
•
Ne, nasıl, ne zaman… Ön plânda, nesnel boyutu ağır basan soruları düşünmek, içerdiği zorlukla birlikte, nispeten kolaydır. Zor olan, insanı, binlerce yıl uğraştıran; dünya görüşü, inanç, teori, ideoloji, din, bilim, sanat, felsefe, tasavvuf konularını sadece meşgul eden değil, var eden niçin sorusu…
Meselenin mahiyeti nedir? Kelime-anlam-mecaz araştırmaları; deney, gözlem ve incelemeler, yorumlar, öneriler, ilkeler gözden geçirilir, çalışılır. Anlam, amaç, değer, anlamdeğer düşünülür de düşünülür. Bu iş ne kadar sürer, bilinmez. Plan yapılır, geçici anlam haritaları ve krokiler... Fonksiyon maddesinde ise en çok şu sorular sorulur: Anlam, kelime, mecaz… Ne işe yarar? İşlevi nedir? Soru bitmez: İşlevi bulunca ne olacak? İşlevi niçin araştırıyoruz? “Niçin”, cevaplanamaz. Sosyal hayatta bilgiç/bilgin/bilge gibi bilmek renginde görülürseniz, böyle yorumlanırsanız; niçini cevaplamakla değil ama akla yatkın, belli bir mantık prensibi kurma görevi ile yargılanırsınız.
Kelime, bir metafor mudur? Anlam, amaç değer mi? Anlam, araç değer haline nasıl gelir? Ulaşılacak amaç olarak kabul edilen anlam, araç olur mu? Bir objenin/uyarıcının anlamı, onun işlevinde mi mâhiyetinde mi? İşlev veya mâhiyet değişse, anlam değişir mi? Arka arkaya anlamlı gelen uyarıcıların sırası bozulursa anlamı değişir mi? Periyodik olarak anlam geliyor. Eş zamanlı. Zaman sırası bozuluyor. Anlam bozulur mu? Anlam uyarıcıda, olguda, objede mi? Benim onu algılama biçimimde mi? Yanlış algılarsam anlam değişir mi?
Sorulara cevap arayacağız. Hep birlikte…